Yine baş başa kaldık mı seninle? yine beni suçla, ben kendime çıkan bir yokuş olayım, sonra yine içerleneyim. Sevginin tanımını, aşk'ın anlamını tarihin tozlu raflarında ki şiirlerde arayıp durayım, en kötü şaraplarda teselli ararken yokluğunun farkına varmak yok mu? en kötüsü de bu olsa gerek.
Yalınayak anlarken bazı gerçekleri, sessizce evinde ağlamaya, "yalnız olmasaydık, yalancı olurduk" demeye var mısın..
11 Haziran 2013
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
10 Haziran 2013
Biz Hiç Teslim olmadık ki
"haykır acını ey halk! başeğme haykır!
bir yol kavşağındasın ve ancak
yaraların haykırışlarla onarılır
bir yol kavşağındasın ve senin
değişmek için çırpınıyor kaderin
kuşan alnında biriken o kara teri
sırtında şakırdayan kırbacı kopar
soluk al ışıldat o mazlum yüreğini
bak korlaştı acıların, kozalandı
ey halk! parçala şu nankör suskunluğunu başkaldır artık
sevginin ve öfkenin uğultusunu
bağrına vura vura taşırken sana
karşılık gözetmiyor bu gencecik insanlar
ne barbarın tehdidi ne dişleri kıran elektirik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir
bu direniş senin için ey halk
bu çığlık senin kollarınla yıkılsın şu köhne dünya
ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı
bir yol kavşağındasın fakat mutlaka değişecek kaderin
bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda üşüyen çocuk
bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar
bunu bekliyor zincirin oyduğu bilek
bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan
bunun için en genç yerimizi ölümle tanıştırdık
kuşan kendini artık biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla
ey halk! haykır acını! bu kara dumanı dağıt"
namluların gölgesinde, binlerce yürek sahip çıktı sibel'e. komutan, binlerce el üzerinde, sarı bir yıldızın ışığıyla uğurlandı. halk, evladını bağrına bastı. şimdi sokakları yakıp kavuran, gökyüzüne asılı duran güneşin sıcağı değil. bir halkın öfkesi yakıyor şimdi zulmün bağrını. delikanlılılarımız, genç kızlarımız, üzerine dünyanın en güzel türküsünün adı işlenmiş kıpkırmızı fularlarını yüzlerine takıp, savurdukları ateş toplarıyla aydınlatıyorlar gecenin karanlığını. şimdi cenk mevsimidir. dağların heybetini alıp ardına yürüyenler, zından karanlığına direnenler, buca'da, ümraniye'de destan yazanlar ve yeni destanlara bilenenler, anadolu'nun her köşesinde zulmedenlerin düşlerini karabasanlara çevirenler binlerce sibel olup haykırıyorlar: "asıl siz teslim olun!"
bir yol kavşağındasın ve ancak
yaraların haykırışlarla onarılır
bir yol kavşağındasın ve senin
değişmek için çırpınıyor kaderin
kuşan alnında biriken o kara teri
sırtında şakırdayan kırbacı kopar
soluk al ışıldat o mazlum yüreğini
bak korlaştı acıların, kozalandı
ey halk! parçala şu nankör suskunluğunu başkaldır artık
sevginin ve öfkenin uğultusunu
bağrına vura vura taşırken sana
karşılık gözetmiyor bu gencecik insanlar
ne barbarın tehdidi ne dişleri kıran elektirik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir
bu direniş senin için ey halk
bu çığlık senin kollarınla yıkılsın şu köhne dünya
ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı
bir yol kavşağındasın fakat mutlaka değişecek kaderin
bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda üşüyen çocuk
bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar
bunu bekliyor zincirin oyduğu bilek
bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan
bunun için en genç yerimizi ölümle tanıştırdık
kuşan kendini artık biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla
ey halk! haykır acını! bu kara dumanı dağıt"
namluların gölgesinde, binlerce yürek sahip çıktı sibel'e. komutan, binlerce el üzerinde, sarı bir yıldızın ışığıyla uğurlandı. halk, evladını bağrına bastı. şimdi sokakları yakıp kavuran, gökyüzüne asılı duran güneşin sıcağı değil. bir halkın öfkesi yakıyor şimdi zulmün bağrını. delikanlılılarımız, genç kızlarımız, üzerine dünyanın en güzel türküsünün adı işlenmiş kıpkırmızı fularlarını yüzlerine takıp, savurdukları ateş toplarıyla aydınlatıyorlar gecenin karanlığını. şimdi cenk mevsimidir. dağların heybetini alıp ardına yürüyenler, zından karanlığına direnenler, buca'da, ümraniye'de destan yazanlar ve yeni destanlara bilenenler, anadolu'nun her köşesinde zulmedenlerin düşlerini karabasanlara çevirenler binlerce sibel olup haykırıyorlar: "asıl siz teslim olun!"
07 Haziran 2013
Açlık Ve Öfke
Elveda, elveda çiftliğine, fethettiğin
gölgeye, o berrak dala,
kutsanmış toprağa,
öküze, elveda esirgenen suya,
elveda bayırlara, yağmurla gelmeyen
müziğe, o kupkuru
ve taşlı sabah kızıllığının solgun kemerine.
Juan Ovalle, sana elimi verdim, susuz eli,
taştan eli, duvardan ve kuraklıktan bir eli.
Ve dedim ki sana: beddua et o koyu kahverengi kuzuya,
o en merhametsiz yıldızlara, kurşun renkli bir diken gibi aya,
gelinsi dudakların kırılmış dallarına,
fakat dokunma insana, dökme henüz kanını insanın
dokunarak damarlarına, boyama henüz kumu kanla,
vadiyi yangınlar içinde bırakma düşmüş
atardamar dallarının ağaçlarıyla.
Juan Ovalle, öldürme. Fakat elin
yanıtladı beni: “Bu toprak
öldürecek, intikam almak
isteyecek geceleri, acılığında zehirden
bir rüzgârdır o yaşlı kehribar hava,
ve gitar benziyor bir suçlunun
sopasına, ve bir bıçaktır rüzgâr”
gölgeye, o berrak dala,
kutsanmış toprağa,
öküze, elveda esirgenen suya,
elveda bayırlara, yağmurla gelmeyen
müziğe, o kupkuru
ve taşlı sabah kızıllığının solgun kemerine.
Juan Ovalle, sana elimi verdim, susuz eli,
taştan eli, duvardan ve kuraklıktan bir eli.
Ve dedim ki sana: beddua et o koyu kahverengi kuzuya,
o en merhametsiz yıldızlara, kurşun renkli bir diken gibi aya,
gelinsi dudakların kırılmış dallarına,
fakat dokunma insana, dökme henüz kanını insanın
dokunarak damarlarına, boyama henüz kumu kanla,
vadiyi yangınlar içinde bırakma düşmüş
atardamar dallarının ağaçlarıyla.
Juan Ovalle, öldürme. Fakat elin
yanıtladı beni: “Bu toprak
öldürecek, intikam almak
isteyecek geceleri, acılığında zehirden
bir rüzgârdır o yaşlı kehribar hava,
ve gitar benziyor bir suçlunun
sopasına, ve bir bıçaktır rüzgâr”
02 Haziran 2013
Gezi Parkı
Sürprizlerle doludur bu ülke...
Ormanları yok ettin, ses çıkmadı...
Ama bir ağaç dalından gidersin...
Genelkurmay Başkanı’nı kapatırsın içeri...
Ordu komutanlarını, kuvvet komutanlarını hapse atarsın...
Kartondan ordu yaparsın...
Tam zafer sarhoşluğundayken sen...
Gezi Parkı’nda, annesi altını değiştirirken bir bebek gözükür, milyonlar bir anda ordu ordu düşer peşine...
Şaşırırsın...
Hukuku yıkarsın...
Yargıyı bitirirsin...
Savcı sen olursun...
Yargıcın yerine oturursun...
Ama gözyaşlarını sile sile balkonlarına çıkan o insanların yüreklerinde bir büyük mahkeme kurulur...
Mahkûm olursun...
Valin...
Emniyet müdürün...
Tomaların, panzerlerin, gaz bombaların, bölük bölük polisin...
Ama su şişesini yarım kesip mendili ile burnuna bağlamış genç kız yumruğunu salladı mı?..
Çuvallarsın...
İstediğin kadar gazetelere el koy...
Televizyonlara yalakaları oturt...
Patronu korkut...
Kendi kafana göre bir medya yarat...
Ama 30 milyon muhabiri, 30 milyon yazarı, 30 milyon kameramanı, 30 milyon editörü, 30 milyon genel yayın müdürü olan sosyal medya yayına geçti mi...
Çuvallarsın...
İstediğin kadar böl milleti...
Bir anda sarılır birbirine; Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı...
MHP’li, CHP’li, BDP’li, İP’li...
Ülkücü, solcu, sağcı, milli görüşçü, komünist, muhafazakâr...
Renklerini, farklılıklarını, kimliklerini bir kenara bırakıp el ele verdiler mi...
Afallarsın...
Bak...
Cumhuriyetin kurumlarını yıkabilirsin...
İlkelerine tekme atabilirsin...
Önderlerimizi aşağılayabilirsin...
Ama gaz bombaları altındaki o gençlerimizin yüreklerindeki ışığı söküp alamazsın... Yurdun dört bir yanında bir anda başlarını güneşe çevirdiklerinde...
Şaşırırsın...
Ormanları yok ettin, ses çıkmadı...
Ama bir ağaç dalından gidersin...
Genelkurmay Başkanı’nı kapatırsın içeri...
Ordu komutanlarını, kuvvet komutanlarını hapse atarsın...
Kartondan ordu yaparsın...
Tam zafer sarhoşluğundayken sen...
Gezi Parkı’nda, annesi altını değiştirirken bir bebek gözükür, milyonlar bir anda ordu ordu düşer peşine...
Şaşırırsın...
Hukuku yıkarsın...
Yargıyı bitirirsin...
Savcı sen olursun...
Yargıcın yerine oturursun...
Ama gözyaşlarını sile sile balkonlarına çıkan o insanların yüreklerinde bir büyük mahkeme kurulur...
Mahkûm olursun...
Valin...
Emniyet müdürün...
Tomaların, panzerlerin, gaz bombaların, bölük bölük polisin...
Ama su şişesini yarım kesip mendili ile burnuna bağlamış genç kız yumruğunu salladı mı?..
Çuvallarsın...
İstediğin kadar gazetelere el koy...
Televizyonlara yalakaları oturt...
Patronu korkut...
Kendi kafana göre bir medya yarat...
Ama 30 milyon muhabiri, 30 milyon yazarı, 30 milyon kameramanı, 30 milyon editörü, 30 milyon genel yayın müdürü olan sosyal medya yayına geçti mi...
Çuvallarsın...
İstediğin kadar böl milleti...
Bir anda sarılır birbirine; Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı...
MHP’li, CHP’li, BDP’li, İP’li...
Ülkücü, solcu, sağcı, milli görüşçü, komünist, muhafazakâr...
Renklerini, farklılıklarını, kimliklerini bir kenara bırakıp el ele verdiler mi...
Afallarsın...
Bak...
Cumhuriyetin kurumlarını yıkabilirsin...
İlkelerine tekme atabilirsin...
Önderlerimizi aşağılayabilirsin...
Ama gaz bombaları altındaki o gençlerimizin yüreklerindeki ışığı söküp alamazsın... Yurdun dört bir yanında bir anda başlarını güneşe çevirdiklerinde...
Şaşırırsın...
31 Mayıs 2013
Cam Kenarı
Çok sessiz olur bazı geceler, neyini kaybetsen hükümsüz sayılır. Acı çekmek ya da bir acının kendisi olmak gibi garip mutlu sonlar! İsmail abi tüm cam kenarları erkenden kapılmış bir otobüsün adıdır. Her tarafımız zaten mütemadiyen yara izi ve bizde yalnızlık babadan gelir. Giden gemilerin arkasından el sallamanın hüznüdür, o gemi gelecektir. Bir gemiye inanmak zaten denize nam salmaktır.
27 Mayıs 2013
Su Çürüdü
İki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
Silivri Cezaevine
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
Silivri Cezaevine
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)