27 Haziran 2015

“Eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. Bu anlamsız yazıda okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek. Yapacak başka işlerin yok mu? Hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun? Yoksa saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin? Okuman gereken her şeyi okur musun? Düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün? Sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? Apartmanından dışarı çık. Karşı cinsten biriyle tanış. Lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak. İşinden ayrıl. Bir kavga başlat. Yaşadığını kanıtla. Eğer insanlığını ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksın. Artık uyarıldın.
Herkes o kadar kalabalık ki, kimin hayatına girsen fazlalık oluyorsun.
Burak Aksak

Bir Garip Atışma

T.A.
Nasır tutmuş kalbim kaç kez daha kırılabilirdi ki?
Kendime mezar olmuş bedenim, kaç gece daha ah çekecekti ki?
Varsın kuşlar da konmasın göğsümün kafesine

M.Y.
Nasır tutmuş kalbin sevgiye hasret ve küskün,
Duygularına mezar olmuş bedenin şefkate hasret ve bitkin,
Gözlerinde hep bir hüzün, gülümsemen hep bir buruk..

B.T.
Kırılabildiği yere kadar kırılacak
Mezardan duyulacak daha nice ah’ların
Sonra bakmışsın kuşlar zaten hiç konmayacak…

İşte bundandır hep edebiyata kaçışımız.

25 Haziran 2015

Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk

Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun

Sizin için ucuz olan nükleer enerji değil, insan hayatıdır. 

Kazım Koyuncu

22 Haziran 2015

Bir insana endişe etmeden sırtını dayamak, güvenmek için hiç bir bilgi birikimine veya makama ihtiyaç yoktur. Bazen hissedersiniz, referans aldığınız kaynaklara güvenirsiniz, hayal kırıklığı yaşadığınızda ise tüm dünyada bu kuralın hiç değişmeyeceğini düşünürsünüz. Çünkü gururunuz bir defa incinmiştir. Üstelik bu incinme birden fazla nüksetmiş olabilirde. Bu hayatta herkesin herkesten beklediği en büyük maneviyat, bir kişi yüzünden açılmış yaraların başka bir kişi üzerinden kapatılmasını beklemek kadar bencilliktir. Halbu ki yarayı açan kimsenin iyileştirmesi gerekmez mi?
En azından nazik bir dille bunu ima edemezmiydi?
Neden bu kadar acımasız bir şekilde yaralarımızı deşip duruyoruz. Neden?
Anılar, hatıralar vs kimin umrunda. Bir insanın kalbine dokunduğunuz an ve acıttığınız an o kalp artık öfkesinden birşey görmeyebilir. 

Kalbimizi tehdit etmeyelim efendiler, zira yaşanacak onca güzel şey varken...

20 Haziran 2015

Kaplumbağalar da Uçar

Bana dediler ki, Kamışlı'da
Dilberin hastadır.
Bu dilberin hastalığı üzerine
Kimse bir çare diyemiyor

Dediler ki gelindir, küçüktür
Hikayesi çok uzundur
Doktorun elinde yaralıdır
Kirli tırnakların altındadır

Bana dediler ki Diyarbakır'da
Dilberin feryatlardadır
Gözlerimde gözyaşlarım
Gecede gündüzde kızıl bir pınardır

Gülazer

Yarin aklını yitirdi Gülazer, tek derdi sendin
Koynunda, göğsünde tutamadın Gülazer,
Aklı da, son gözyaşı da Dicle'nin asi sularına karıştı.
TA

Gula min bê evin e wey gulevinê
Gula min gula zer e wey gulizeram
Ber çavêm here ü were

Derdê min yek bü te kir sedhezar
Ez ji vi canê xwe bûme bezar

Benim gülüm, aşksızdır,ah aşk gülüm
Benim gülüm,sarı güldür ah gülüzarım
Gözümün önünden gel git

Bir derdim vardı, şimdi oldu yüz bin
Bıktım ben bu canımdan

19 Haziran 2015

"Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi."
Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum. İçim kalabalık çekiyor. 
İnsan çekiyor. 

Çocuklar istiyorum: haşarı, sarışın, esmer, edepsiz…
Seyahatler çekiyor içim. Dünya yüzündeki tuzlu sularda ışıklı vapurların gittiğini; Paris’te kırmızılı, yeşilli, turunculu işaret fenerlerininin bulvarlar boyunca akan köhne taksilere sis içinde yol gösterdiklerini; caddelerde, meydanlarda gotik binaların kayalar misali yükseliverdiğini; bisikletine tünemiş genç bir kadının türkü söyleyerek geçtiğini; pırıl pırıl matruş bir adamın pırıl pırıl bir bıçakla bonfire kestiğini; yalancı inciler içinde dolgun bir kadının Napoli’de şarkılı bir kahvede fıstıklı dondurma yediğini; yattare meydanlarının lokantalarında koynak içerek garip valizleriyle yolcular bekleştiğini; bir üçüncü mevki vagonda yaşlı bir adamın şehir içerinden tren geçerken, gençken oturduğu kahveleri tanıyarak titrediğini..

..~Sait Faik Abasıyanık - Son Kuşlar~